Anadolu'yu Mezopotamya'ya bağlayan Mardin yöresi; tarihsel
gelişim içerisinde, onlarca uygarlığa ve onlarca değişik din, etnik grup
ve mezheplere ev sahipliği yapmış ve birbirinden farklı bu kültürler,
sevgi ve hoşgörüyü bir potada harmanlayarak ve farklılıklarını koruyarak
, yüzlerce, binlerce yıl bir arada ve dayanışma içerisinde yaşamasını
bilmiştir. Müslüman, Süryani, Yakubi, Keldani, Nesturi, Yezidi, Yahudi,
Kürt, Arap, Çeçen, Ermeni vs. gibi farklı din ve farklı etnik kökenden
gelen topluluklar; "doğal toplumsal hoşgörü" ve uzlaşma ile, "barış ve
kardeşlik içerisinde" bir arada yaşamışlardır. Mardin, bu
özelliklerinden dolayı, "değişik kültürel yapıların barışçıl bir
sentezini oluşturmuştur". Zarathustra'nın, Mani'nin yaşadığı; kültürel
ve felsefi yoğunluğun tarih boyunca damgasını vurduğu barış, kardeşlik
ve hoşgörü kenti Mardin...
Şehrin adı Süryanice kaleler kenti demek olan "Marde" den
gelir. Romalıların Süryanilerden alarak ‘Maride’ dedikleri şehire,
Araplar ‘Maridin’ dediler.
Plinus'a göre , Nusaybin civarında yaşayan Mardanî adlı
Arap kabilesinden almıştı Maridin adını. Ortaçağ'ın ünlü yazarı
Prokopios kenti, bir kale-kent olarak Margdis diye anıyordu. Daha
sonraki dönem Bizans yazarlarına göre, kentin adı Mardes'ti. Diğer
kaynaklara göre Persler Marde, Ermeniler Mardi, demişlerdi. Çoğu
kaynaklarda; Mardin’in gerçek adı “Merdin” diye geçer. Zira halkın çoğu
da bugün böyle demektedir.
Kervan ve savaş yolları üzerinde bulunan Mardin tarih
boyunca önemli bir şehir oldu. İlkçağda Persler’in, Büyük İskender ve
ardıllarının egemenliğinden sonra uzun zaman Roma ve Bizans’ın elinde
kalan Mardin, Çaldıran Savaşı’ndan sonra Osmanlı ülkesine katıldı.
Anadolu seferinde Timur iki ay kuşatıp da zaptedemediği şehrin
eteklerindeki tüm ağaçları yaktırır.Mardin Kalesi Bizans İmparatoru
Constantinus tarafından Sasaniler’e karşı yaptırıldı. Kurtuluş Savaşı
sırasında da işgale uğramayan şehir günümüzde ticari önemini
yitirmiştir.Yakın geçmişte Almanlar tarafından yapılmış ünlü Bağdat
demiryolunun bir uzantısı Mardin önündeki ovadan geçer ama kent
Güneydoğu’nun en çok göç veren illerinden biridir maalesef. Mardin
teolojik olarak da çok zengin bir kent. Bu dinsel mozaik hiçbir dinin
baskın olmamasıyla oluşmuş. Yeni bir inanç sistemini benimseyenler
diğerlerini rahatsız etmemiş. Değişik dini cemaatler birbirleriyle
evlilikler yapmış. Bu akrabalık bağları da ortamı yumuşatmış. Şunu
hissedebiliyoruz; Mardin’de baskın bir din yok.
Verimli Mezopotamya ovasının ortasında yükselen, kalker ve
lavlarla örtülü bir dağın yamacındaki kent, neredeyse bütün kültürlerin
uğrak yeri olmuştur. Kentin doğum tarihi İÖ 3000 yılına dayanıyor. İlk
konuklar ise şöyle sıralanıyor: Subarular, Sümerler, Akadlar, Hititler,
İran'dan gelen Midiler. Daha sonra Asurlar, Urartular, Mitannîler,
Aramîler, Persler...2 bin yıl sonra Büyük İskender. İlk Hıristiyanlar,
II. yüzyılda Romalılar, Sasanîler, hemen ardından Bizanslılar. Araplar,
IX. yüzyılda Hamdanîler, X. yüzyılın sonunda Mervanîler, XI. yüzyılda
Türkmenler, XII. yüzyılda Artukiler. Haçlıların kılıç sesleri, ardından
Eyyubîler sonra İlhanlılar. Karakoyumlu ve Akkoyumlu beylikleri. XVI.
yüzyılda Safevîler, Osmanlılar ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti.
Mardin, kurtuluşunu politik zekasıyla kan dökmeden ve acı
günler yaşamadan elde etmiştir. Dünya tarihine damgasını vuran Kartal
Kalesini önce İngilizler sonra da Fransızlar zaptetmek istemiştir.
İngiltere yönetimindeki Irak Valisi Nüel halkın ileri gelenlerinden
şehri istemiş ancak, halkın bu duruma karşı durması sebebiyle şehri terk
etmiştir.
Zaten Mardin ahalisi Suriye itilaf namesini haber alır
almaz bunu protesto etti. 30 Ekim 1919 tarihinde 25.000 kişinin
katıldığı bir miting akdeden Mardin halkı Güney Cephesi’ndeki durumu,
dolayisiyla işgali protesto etmiş ve Heyet-i Merkeziyye namına Hüseyin
imzası ile şu protestoyu yayımlanmıştır.
Haksız ve adaletsiz bir sulh kararın medeniyet alemine
refah ve saadet getireceği yerde, kanlı bir istikbal doğuracağı herkesçe
bilinmektedir. Tarih ve tabii hukuk gereği İslam Halifesi ve Osmanlı
vatanının selameti ve hayat hakkını kanlarının son damlasına kadar
muhafazaya mecbur olan milyonlarca Müslüman ve Osmanlı namına
yirmibeşbin nüfusun akdettiği mitingde, Mardin Müdafaai-i Hukuk-u
Milliyesi halkın düşüncelerine tercüman olmuş.
Bu hislerle hareket ederek, Fransızlar tarafından şehrin
işgal edileceğini duyan Mardinliler milis kuvvetlerini oluşturarak
Mustafa Kemal’in hızlandırdığı Erzurum Kongresine iki temsilci
gönderdiler. Büyük önderle görüşüp moral ve manevi destek aldıktan
sonra, kuvvetlerini daha da güçlendirdiler.
Fransız Norman, Mardin’e gelince, güvenliği sağlayan
silahlı milisler Norman’a saldırmaya çalışan halkı durdurmaya
çalışıyorlardı. Fransız Komutan bu tepki karşısında ne yapacağını
şaşırmıştır. Mardin Belediyesinde halkın yöneticilerine Mardin’i teslim
etmeleri halinde Avrupa’nın en büyük şehirleri arasına gireceklerini,
işsizliği ortadan kaldıracaklarını ve yönetimi yerli halktan
oluşturacaklarını anlatmıştır. Ancak şehrin ileri gelenleri binlerce
asker tarafından şehrin korunduğunu, gitmemeleri durumunda kan
döküleceğini bildirmişlerdir. Durumun ciddiyetini anlayan Norman
kendisine istasyona kadar eşlik edilmesini istemiş ve trene binerek
şehri terk etmiştir.